(yönetim
tarafından yazıldı.)
Cumartesi,
01 Ağustos 2009 11:58
Hemşehrim
olan öğretmen Sıddık DEMİR’in “Dirgen Ali” adlı kitabı Berikan Yayınları’ndan
Şubat 2006’da çıktı. Kitabı heyecanla okudum. “Dirgen Ali”, Demir’in son
kitabı. Demir’in daha öncede “Afşinli Derdiçok”, “Gündemden Kesitler”, “Ankara
Gönül Erleri” kitapları çıkmış.
“Dirgen Ali” tarihi roman türünde bir kitap denilebilir. Zira Dirgen Ali,
Kahramanmaraş Afşin’in (eski adıyla Norşun) yeni adıyla Altunelma Kasabasında
yaşamış ve ölmüş bir kişi. Dirgen Ali’nin yaşadığı dönem; Osmanlı’nın son
yılları, 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in ilanı ve 1960’lı
yıllar. Demir romanında, o dönemlerden kesitler sunmakta.
Dirgen Ali, Aşık Mahzun-i Şerif’in türkülerine konu olmuş, destanlaşmış bir
kahramanlık öyküsüdür. Dirgen Ali, her zaman mazlumdan yana, garibandan yana
yiğit bir kişidir. Ben Dirgen Ali’nin adını çok duymuştum ancak, detaylı bir
bilgiye sahip değildim. Zira kahramanlar, menkıbeleşir, destanlaştırılır,
başka-başka anlatılır. Dirgen Ali hakkında tek yazılı eser, Sıddık Hoca’nın
kitabı olmuştur. Kendisini ayrıca kutlamak gerekir.
“Dirgen Ali” kitabını değerlendirmeden önce; kitabın konusunu kısaca özetlemek
gerekir;
ÖZETLE “DİRGEN ALİ” ROMANI
Kitabın “Giriş” bölümü İlbey ile Dirgen Ali’nin oğlu Ese arasındaki
konuşmalardan oluşuyor. Ese’nin “memleketinden uzaklaşınca toprağın
hatıralarını sana anlatacak birini hep aramalısın. Toprak, ancak üzerindeki
hatıralar yaşanır ve bilinirse sıla olur, vatan olur. Yoksa yaşananlar bilinir
ama yaşanmazsa toprak bir kuru çorak olur, ahraz olur… Tikenli Yaylası,
Bostanbeli, Gökçebel, Güvek, Arpalık Afşin’e bağlı bazı köylülerin ömürlerini,n
yarıdan fazlasının geçtiği, binbir türlü hatıralarının yaşandığı, nimetlerinin
derildiği, sporların yapıldığı, tertemiz hava ve sularından istifade edildiği
ve özgürlüklerin zirvede yaşandığı, vatan parçası… Binboğa dağları…., O dağ
değil çok şey, çok şeyden öte herşey” sözleri oldukça dikkat çekici. Ese, bu
sözleriyle vatanı anlatmakta, vatanın ne anlam taşıdığını özetlemektedir.
Konuşmanın devamında Ese, “haksızlığa karşı başkaldırı kültürü bizde hep
‘devlet ebet müddet’ veya ‘Ulul emre itaat’ anlayışıyla baskı altına
alınmıştır. Devlet adına yapılan kötü muamelelerden, haysiyet kırıcı
davranışlardan çok çekmişiz, çok… Manevi önderler, hak arama kültürünü
geliştirmemişler… her şeyin başı hak aramaktan ziyade sabır demişler. Kurulu
düzen kendi aksaklıklarını görmek istemez… Dirgen Ali bu halının deseni”
sözleriyle gerçeği ifade etmekte, tespitte bulunmaktadır.
Kitabın bundan sonraki 10 bölümü özetle şöyle;
Elbistan Karahüyük Köyünden Fakı, bekardır; Norşun köyüne yerleşir. Fakı,
hocadır. Fakı ile köylü arasında ilişki oldukça iyidir. Köylü Fakı’yı köyden
bir kızla evlendirirler. Bu evlilikten Durdu adlı çocukları dünyaya gelir. Bir
müddet sonra, köyde Fakı’nın eşi hakkında “namusa yönelik” dedikodular başlar.
Fakı, bir gün evde başka bir erkekle yakaladığı eşini öldürür, adamı da
yaralar. Elbistan Kadısı tarafından yargılanan Fakı, beraat eder. Fakı
Elbistan’da arkadaşı terzi Muhammed Hafız’a başından geçenleri anlatır ve
evlenmek istediğini söyler. Muhammed Hafız’ın 3 bekar kızı vardır. Hafız,
kızlarına Fakı’dan bahseder, evlenmek isteyip istemediklerine dair rızalarını
sorar. Hafız’ın küçük kızı Eşe “her insanın başına iş gelir. Baba izin
verirsen, namusuna düşkün olan bu adamla evlenmek isterim” der. Fakı, Hafız’ın
küçük kızı Eşe ile evlenir ve Norşun’a getirir. Eşe, köyün ebesidir,
köydeki çocukların çoğunu o doğurtmuştur. Bu yüzden Eşe köyde sevilen bir
kişidir. Bir müddet sonra, terzi hafız ölür. Fakı, Hafız’ın 2 bekar kızını ve
oğullarını yanına alır, Norşun’a getirir. Fakı’nın bu evlilikten 4’ü erkek, 1’i
kız olmak üzere 5 çocuğu dünyaya gelir; çocukların 5’i erkek, 1’i kızdır.
Fakı’nın ilk evliliğinde başından geçen olay nedeniyle, hasımları Onu Hunu
değirmeninde öldürür. Fakı öldüğünde Ali henüz 6 aylık bebektir. Fakı’nın
katili Hatay-Payas Cezaevinde yatmaktadır. Fakı’nın eşi Eşe, para ile Onu
cezaevinde öldürtür.
Ali, zayıf bünyeli ama gözü kara bir gençtir. Arkadaşları Ona “Dirgen” derler.
Dirgen Ali, 18-20 yaşına geldiğinde anası onu Hunu ağasının kızı Emine ile
evlendirir. Bu evlikten Abbas ve Hayriye adlı çocukları dünyaya gelir. Bir yaz,
Yağlıca’da Çağsak Köyü Ağası Hasan ile Dirgen Ali’nin ailesinin göçü
karşılaşır. İki göç aynı anda pınarlara yönelince ortalık karışır. Ali’nin
ağabeyi Halil sopa darbesi ile yıkılır. Bu esnada Dirgen Ali, Hasan Ağanın
ahraz oğlunu öldürür. Ali, kaçarak Kerevin Köyüne Hamit Ağa’ya sığınır.
Kerevin, dağlık, Sivas sınırında bir köydür. Hamit Ağanın, Hacce adında 17
yaşında bir gelini vardır. Hacce, Maravuz Köyünde Kalenderlerdendir. Hacce
ağabeylerinin densizliği nedeniyle, kan karşılığı olarak Hamit Ağanın oğluyla
evlendirilmiştir. 17 yaşındaki Hacce, Ali’ye vurulur, aşık olur. Hacce, Ali’nin
de hoşuna gider ama Ali “nankörlük etme” diyerek nefsine hakim olmaya çalışır.
Sivas müfrezesi, Kerevin’de Ali’yi yakalar. Ali yakalandığında Hacce “Seni
bekliyorum” der.
Ali, Sivas
Paşası Reşit Akif Paşa’nın maiyetinde 2 yıl geçirir. İki yılın sonunda tahliye
olur.
Ali tahliye olur olmaz, Kerevin’e Hamit Ağa’ya misafir gelir. Gece, Hacce’yi
alıp ovaya gelir. Hamit Ağaya 150 koyun ve 50 büyükbaş hayvan verilerek sulh
sağlanır.
Ali ile Hacce’nin evliliğinden İnce Fakı, Muhammed, Aslan, Hafız ve Ese dünyaya
gelir.
Ali’nin ünü çevrede epey yayılır. Ali’nin ününü duymayan
kalmaz. Maraş’tan Hacıbebeklerin Reisleri Hüseyin ve Hasan, Kadıoğlu Ahmet
Efendi Ali’nin dostlarıdır. Ali’den habersiz bir iş yapılmaz olur. Bir
gün, Hunu’dan Gök Omar’ın Hacı adlı yaşı geçkin birisi Ali’den habersiz
evlenmeye kalkışır. Ali, buna çok kızar. Ali ile Hacı kavga eder, ikisi de
yaralanır. Hacı şikayetçi olmaz ise de, Ali tutuklanır. Bölgedeki faili
meçhul olaylar da Ali’ye yüklenir. O zamanlar idare merkezi Hatay’dır.
Hatay’dan Mürseloğlu Mustafa Paşa 50 kişilik müfreze göndererek Ali’yi Hatay’a
getirtir. Ali, Hatay’da Paşa’nın çocuklarına at biniciliği ve atıcılık öğretir.
Sonunda tahliye olan Ali Norşun’a döner.
Çevrede Konya Medreselerinde okuyan Menzoğlu Ahnet’in ünü yaygındır. Ali’de,
bacısı fatmanın oğlu Ali Haydar’ın Menzoğlu gibi medresede okumasını ister. Ali
Haydar, Konya’ya gönderilir. Ali, İncirli Köyü’ndeki çiftliği ile ilgilenir, kavgadan uzak durur.O dönemde
Binboğa Dağlarında eşkiyalar vardır. 5 jandarma katili Türkçayır’ı Köyü’nden
Gıcanoğlu Hasan ile Çağsak Köyü’nden Rasko adlı eşkiyalara karşı Ali jandarma
ile işbirliği yapar. Gıcanoğlu Hasan yakalanarak idam edilir. Rasko’yu da Ali
öldürür.
Bölgenin asayişinden sorumlu Fındıklı Köyünden Yüzbaşı Aslan Bey, Ali’ye
“kimseyle uğraşma. Zeytin Ermenileri hazırlanıyor. Gücünü kendi dininden olan
insanlara karşı kullanma” der.
Dönem, Tanzimat dönemidir; Devlet-i Al-i Osman diyenlere karşı Devlet-i Ali
Mithat diyenlerin kapıştığı dönemdir. Bir müddet sonra Zeytin, Fınız, Fındacık, Yenicekale Ermenileri ayaklanır. Çok
kan ve gözyaşı akar. Ayaklanmayı Urfa’dan Albay Galip Bey, bastırır. Ermeniler,
güneye sürülür. Dirgen Ali, Fındıklı ve Çardak üzerinden Zeytinli’ye ulaşır. 1.Dünya
Savaşı yıllarında Yüzbaşı Aslan Halep’e tayin edilir. Ali’nin yeğeni Ali Haydar, konuşmalarında Atatürk’ü ve arkadaşlarını sert dille
eleştirmektedir. Ali, dostlarını görmek için, Maravuz Köyünü ziyaret eder. Maravuz’da Demirci
halil’in evinde, Haşim Ağa, kardeşi Fakı, Sarızlı Bakı Hoca, Menzoğlu Ahmet ile
görüşür. Menzoğlu’nun konuşmalarından oldukça etkilenir.
Menzoğlu şöyle konuşmaktadır;
“İnsanların en büyüğü, en yüksek yerdeyken alçak gönüllü olanı, kudret sahibi
iken bağışlayan ve güçlü olduğu vakit adil davranandır.”
“Bülbüller ötmeye başladığında, kargalar susar.”
“Bile ve bildiğini bilmeyen uykudadır, uyandırın.”
“İnsanların çoğu kaybetmekten korkruğu için, sevmekten de korkuyor. Kendisini
sevilmeye layık görmediği için, sevilmekten korkuyor. Sorumluluk gerektireceği
için, düşünmekten korkuyor. Eleştirmekten korktuğu için, duygularını ifade
etmekten korkuyor. Gençliğinin kıymetini bilmediği için,yaşlanmaktan korkuyor.
Dünya’ya bir şey veremediği için, unutulmaktan korkuyor.”
“İman sahibi az konuşur, çok iş yapar. Münafık ise çok konuşur, az iş yapar.”
Menzioğlu’nun konuşmalarından etkilenen Ali olanları eşi Hacce’ye anlatır ve
“geç kaldık. Millet bizi sürekli elinde kınından çıkmış kılıç varmış gibi
görüyor” der.
O günler karanlık günlerdir. Vatan toprakları bir-bir işgal edilir. Maraş’ı da
İngilizler işgal eder. İşgale Ermeniler çok sevinir. Ermenilerin önde geleni
ise Hırlakoğulları’ndan son Osmanlı Maraş Mebusu Hırlak Agop’tur. Ermeniler,
İngilizler’den hoşnut olmazlar. Hırlak Agop liderliğinde, Anteb’e gidip,
işgalci komutanlarla görüşürler ve Antep’teki Fransızlarla, Maraşta’ki
İngilizler becayiş yapılır. Zira Fransız ordusu içinde Ermeniler vardır.
Maraş’a Fransız Ordusu geldikten sonra, Ermeniler iyice şımarmaya başlarlar.
Bir gün Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan izarlı 2 Müslüman kadına, 2 Fransız askeri
örtülerini çıkarmalarını söylerler. Kadınlar buna direnince, örtüleri
parçalanır. Çakmakçı Sait müdahale ederse de, kurşunlanır. Olay yerine gelen
Sütçü İmam Barabellum silahı ile 2 Fransız askerini vurur ve “Maraş bize mezar
olmadan, düşmana gülzar olmaz” der. Sütçü İmam’ın bu davranışı karşısında
halkın morali düzelir. Sütçü İmam’ı bulamayan Fransızlar yeğenini işkence ile
öldürür. Bu gelişmeler üzerine Halepte bulunan, Aslan Bey Maraş’a gelir. Aslan
Bey, Binbaşı olmuştur. Mustafa Kemal, Kılıç Ali’yi Maraş’a gönderir. Kılıç Ali
Şeyh Ali Sezai ve ileri gelenlerle görüşür. Maraş Müdafaa-i Hukuku Milliye
Cemiyeti kurulur. Cemiyetin Başkanlığına Binbaşı Aslan Bey getirilir.
Cemiyet tarafından alınan kararlar üzerine; Elbistan Jandarma Bölük Komutanı
Yüzbaşı Muhtar Bey ve Nakipzade Mehmet Ağa emrinde 300 kişi Maraş’ın batısına
Cancık’a mevzilenir. 2. kol Elbistanlı Eczacı Ömer Lütfi (Köker) başkanlığında
Maraş’ın kuzeyine mevzilenir. Dirgen yaşlandığı için, oğlu İnce Fakı ile 25
silahlı gönüllüyü gönderir. İnce Fakı komutasındaki grup, Eczacı Ömer Lütfi
(Köker)’ye katılır.
Fransız Generali, Hırlakoğlu Osep’in evinde kalmaktadır. Osep’in kızının isteği
üzerine, kaleden Türk bayrağı indirilerek Fransız bayrağı asılır. Bu olay
halkta infiale yol açar. Ulu Cami’ye, Cuma için gelen cemaata İmam, “Cuma
namazının en önemli şartı hür olmaktır. Hür olmayan insanlar Cuma kılamazlar.
Kalesinde düşman bayrağı dalgalanan bir beldede hürriyet yok, esaret vardır”
der. 22 gün 22 gece göğüs göğse çarpışmalar sonucunda Maraş 12 Şubat 1920’de
düşmandan kurtarılır. Boğazdaki aşiretlerin çocukları kadrolaşması ile tekke ve zaviyeler kapatılır.
Bu arada Maraş’ın kurtuluşunda görev alan Şeyh Ali Sezai’nin tekkesi de
kapatılmıştır.
Bu arada Mustafa Kemal’e İzmir Suikasti girişiminde bulunulmuş, yakalananlar
Dirgen Ali’nin yeğeni Ali Haydar’ın adından da söz etmişlerdir. Ali
Haydar, Halep’e kaçar. Menzioğlu Ahmet’ten etkilenen Ali, “çok geç, keşke daha önce tanısaydım
Menzioğlu’nu, başka Dirgen Ali olurdum” demektedir.
Aradan 10 yıl geçer. Ancak su uyur, düşman uymazmış. Bir gün Ali’nin oğlu Abbas
yunak için suyla uğraşdığı esnada, hasımları yeğeni Hafızın oğlu’nu yaralarlar.
Dirgenler, kısasa kısas kararı alırlar. Ertesi gün çıkan kavgada, karşı
taraftan 3 kişi ölür. Diren dahil 9 kişi Elbistan’a oradan da Antep Cezaevine
gönderilir. Cezaevinde ağalık düzeni vardır. Gelenlere zenginse kahve, fakirse
çay ikram edilmekte haraç alınmaktadır. Koğuştakiler, 9 kişinin birden gelmesi
ile ürkmüşlerdir. Koğuş ağası, “gelenler kementli mi, kendirli mi” diye sorar
ve kahve ikram eder. Dirgen Ali, tepsiye 9 gümüş bırakır. Dirgen Ali, haraç
işini kaldırır. Oğlu Abbas ile yeğenleri İsmail ve Yemliha suçu
üzerlerine alırlar. 16 ay sonra, Dirgen Ali dahil 6 kişi tahliye edilirken,
Abbas, İsmail ve Yemliha mahkum olurlar. Dirgen Ali, koğuş ağasını “çocuklarına
sahip çıkması” konusunda uyarır.
Dirgen ve çocukları köye dönerler. Hacce kadın 6 kurban kestirir.
Bu esnada, Ali Haydar Halep’ten Konya’ya dönmüştür.
Aradan geçen zaman içinde, Yemliha Cezaevinde hastalanır ve ölür. Cesedi, Antep
garipler mezarlığına gömülür. Yemliha’nın öldüğü köyde duyulur. Bu esnada Ali Haydar’da eşi ve çocuklarıyla
beraber köye gelir. Yeğeni Yemliha’nın ölümüne içerleyen Ali Haydar, bundan
Dirgen Ali’yi sorumlu tutmaktadır. Ali Haydar, köylüyü Dirgen Ali’ye karşı
gizliden gizliye kışkırtmaya başlar. Bostanbeli’nde av’da iken, ovadan birisinin olup bitenleri Dirgen Ali’ye
anlatmasına rağmen; Dirgen Ali yeğeni Ali Haydar’ın nankörlük yapmayacağına
inanmaktadır.
Köylü Bostanbeli üzerinde hak iddia etmektedir. Ertesi gün Köylü ile görüşmeye
Bostanbeli’ne Dirgen Ali ile oğulları İnce Fakı ve Aslan giderler. Her birinde
50’şer mermi vardır. Ancak civarda pusu kurup mevzilenen 100-150 kişi vardır.
Aniden 1 el silah sesi duyulur. Bu patlama üzerine, mevzilenenler Dirgen Ali ve
oğullarına ateş açmaya başlarlar. Çıkan çatışmada, Dirgen Ali 16 kurşunla ölür.
Karşı taraftan da 4 kişi ölür.
Dirgen Ali, eşi Hacce’nin köyü Maravuz’a gömülür. İnce Fakı suçu üzerine alır, Aslan serbest kalır. İnce Fakı, nefs-i müdafaadan
3,5 yıl yatar. Cezaevinden çıkan İnce Fakı, Tikenli, Bostanbeli ve Yağlıca meralarını adil bir
şekilde köylüye dağıtır. Babasının mirasını da, kardeşleri arasında pay eder. 24 sene sonra, Dirgen Ali’nin kemikleri Maravuz’dan getirtilerek Norşun’da
tarlasının başına gömülür.
“DİRGEN ALİ” ROMANI HAKKINDAKİ
DEĞERLENDİRMELERİM
“Dirgen Ali” hakkındaki bu özet bilgilerden sonra, romanın edebi
değerlendirmesini yapabiliriz. “Dirgen Ali” edebiyat türleri içinde “tarihi roman” örneğidir. “Tarihi roman,
başlıca kişileri ve olayları tarihten alınan roman, tarihsel roman” olarak
tanımlanabilir.
Sıddık Demir Hoca, tarihi bir kişilik hakkında araştırma yapmış ve emek
harcayarak kitap haline getirmiştir. Başta da belirttiğimiz gibi, Dirgen Ali
hakkında yazılan ilk kitaptır. Bu bir cesaret işidir. Hocayı bu yüzden, ayrıca
kutlamak gerekir.
Ancak roman hakkında tenkitlerimi de belirtmeden geçemeyeceğim:
İlkin; Roman tek yanlı bilgilere dayanmaktadır. Dirgen Ali hakkındaki bilgi
kaynağı oğlu Ese ve/veya yakın akrabalarıdır. Dirgen Ali’nin yakınlarında
subjektif kanaatler ön plana geçeceği için, bilgilerin ne kadar sağlıklı olduğu
tartışmalı olacaktır. Dirgen Ali hakkında, yakınlarının bilgi ve
değerlendirmeleri yanında mahalli bilgi ve değerlendirmelerin de toplanması,
bunların mukayesenin okuyucu ile paylaşılması daha isabetli olurdu.
İkinci olarak; Dirgen Ali’nin yaşadığı dönem hakkında bilgiler verilirken, bu
tarihi bilgilerin ne kadar sağlıklı olduğu da tartışmalı olacaktır. Zira masa
başında yazılan “resmi tarih”in gerçeklerle ne kadar bağdaştığı zaten tartışmalıdır.
Remi tarih mi, gerçek tarih mi?.. Türkiye’nin son 2 yüzyıllık tarihinde
kuşkular var. Örneğin; Ermeni ayaklanmaları olurken, Afşin Kalesi civarında da
Ermeniler yaşamaktaydı. Afşin Ermenileri, bu olaylara katılmadıkları halde,
sürgüne tabi tutulmuştur. Romanda bu konuda hiçbir bilgiye yer verilmemesi
önemli bir eksikliktir. Aynı şekilde Maraş’ın kurtuluşundan önce, Mustafa
Kemal’in Kılıç Ali’yi Maraş’a gönderdiği ve ileri gelenlerle görüştüğünü ilk
kez duyuyorum.
Üçüncü olarak; Romanın geçtiği Afşin, Elbistan, Maraş hakkında yeterli bilgi
verilmemesi, tabii ve coğrafi durumu, sosyolojik yapısı, kültürü hakkında
yeterli bilgi verilmemesi de önemli bir eksikliktir. Zira roman da (tarihi
roman da olsa) mekan ve zaman tasviri çok önemlidir.
Son olarak; Romanın diline de itiraz ediyorum. Zira mahalli bir kişiden söz
ediliyorsa, o muhitin dili ile ifade edilmesi, en azından mahalli dile (ve
sözlüğe) yer verilmesi gerekirdi.
“Sizce ideal bir tarihî roman nasıl olmalı?” derseniz. Derim ki;
O dönemde yaşanmış atmosferi aynen aksettirmeli, olayları daha heyecanlı hale
getirmek gayretiyle ortaya tipler çıkarılmamalı. Tarihî romanın tipi
yazacağımız tarihî olayın içindedir. O olayı ancak o tip veya tipler yapabilir.
Bunu bir örnekle açmak isterim. Mesela Fatih de Napoleon da tarihin önemli
simalarındandır. İstanbul’un fethini Fatih’e değil de Napoleon’ a yaptırırsak,
bizim o havayı aksettirmemiz mümkün değildir. Yirmi sekiz mayıs gecesi
"mum donanması" denilen ateş ve ışık şenliğiyle geçti. İstanbul’u
tamamen kuşatan Osmanlı’nın deniz ve kara ordusu kandiller, fenerler,
meşaleler, ateşler yakarak Kostantiniye’yi ateş çemberine aldı. Askerin hep bir
ağızdan getirdiği tekbir ve tehlil sedaları ufukları inletirken Bizanslıların
morallerini yerle bir ediyordu. Napoleon tekbir ve tehlili bilmez. Bu olay
istanbul’un fethinde çok önemliydi; zikredilmezse eksik kalır; Napoleon’un
kumandasındaki ordu tekbir ve tehlil getirirse bu çok komik olur.
M.Selami ÇEKMEGİL.